VECİZ SÖZLERİN TAHLİL VE İZAHI -1-

image_pdfimage_print

VECİZ SÖZLERİN TAHLİL VE İZAHI -1-

​1. “Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlub olan insana, bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren; onun iktidarı değil, belki onun za’fının semeresi olan teshir-i Rabbânî ve ikram-ı Rahmânîdir.” (Sözler, 328)
• ​Tahlil ve İzah: Bu iktibas, insanın za’fiyetini (zayıflığını) ve aczini (güçsüzlüğünü) nazara verirken, Rahmânî lütfu isbat eder. İnsan, kendi enesi (benliği) ile övünmemelidir. Zira o, kendisinden zahiren çok daha zayıf görünen haşerata karşı bile mağlup olabilecek kadar acizdir (örneğin zehirli akrep veya yılan). Ancak hikmet şudur: İnsan, kendi kuvvetiyle değil, Allah’ın ona bahşettiği Teshir-i Rabbânî (Rabbânî boyun eğdirme) faaliyeti sayesinde, o ipek böceğinden elbiseyi ve arıdan balı alır. Bal, insanın iktidarının (gücünün) değil, bilakis o aczinin karşılığı olan İkram-ı Rahmânî’nin (Rahmânî cömertliğin) semeresidir (meyvesidir).

​2. “Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkâte ne kadar muhtaç olduğunu idrâk edemez.” (Ramazan, İktisad – Şükür Risaleleri, 9)
• ​Tahlil ve İzah: Orucun ictimaî (sosyal) faaliyetini tasvir eder. Nefisperest (nefsine düşkün) zenginler, dünyevî hayatın refahı içinde, açlığı ve yoksulluğu derûnî (iç) olarak idrâk edemezler. Oruç, zengine bir yanılma perdesini kaldırarak, fakirin hâlini içinde hissetme fırsatını verir. Bu idrâk, zenginlerde şefkât duygusunu ve fukaraya yardım etme faziletini (erdemini) inşa eder. Oruç, bu faaliyetiyle ictimaî hayatın zıt kutuplarını birbirine yaklaştıran bir köprüdür.

​3. “Ey Nurcular! Allah’ın sizlere ihsan ettiği ezelî lütfuna karşı secdeden başlarınızı kaldırmayınız. Gece’nin soğuğuna aldırmayınız. Sizlere lütfunu hiçbir hususta esirgemeyen Rabb-i Rahîm’e, gecenin bu mübarek saatlerinde kalkarak vazife-i şükrü eda ediniz. Ve bazıların düştüğü istikbali düşünmek derdiyle akl-ı maâşı sarsan hâdiseler karşısında titremeyiniz, korkmayınız;” (Emirdağ-1, 135)
• ​Tahlil ve İzah: Bu iktibas, talebelere yönelik derûnî kuvvet veren bir tenkit ve emir ihtiva eder. Mümin, Rabb-i Rahîm’in ezelî lütfu karşısında acizliğini secde ile tasdik etmelidir. O’nun faziletini bilen, geçici dünya meşakkatlerine (gecenin soğuğuna) aldırmaz. Asıl hikmet, müstakbeli (geleceği) düşünmenin verdiği evham ve zulümât (karanlıklar) karşısında akl-ı maâşı (dünya geçimini sağlayan aklı) sarsan korkuya kapılmamaktır. Çünkü rızkı veren Rahîm’dir ve mü’min tevekkül ile o korkuların zıt olan emniyeti bulur.

​4. “Her şey Cenab-ı Hakk’ı tesbih ettiği gibi lisanıyla, ihtiyacıyla, istidadıyla dahi Allah’a dua eder.” (Mesnevi-i Nuriye)
• ​Tahlil ve İzah: Kâinatın faaliyetini ve duayı küllî (bütüncül) tasvir eden bir hikmettir. Dua sadece sözden ibaret değildir. Her şeyin üç çeşit duası vardır:
• ​Lisan-ı Kâl (Söz Dili): İnsanların ve meleklerin söyledikleri dualar.
• ​Lisan-ı İhtiyaç (İhtiyaç Dili): Her canlının yaşamak için muhtaç olduğu şeyleri isteme vaziyeti. Mesela, aç bir hayvanın hâli, lisan-ı ihtiyaç ile rızık ister.
• ​Lisan-ı İstidad (Kabiliyet Dili): Her varlığın kendi yapısı (doğası) gereği mükemmel bir faaliyete ulaşmak için fiilen (eylemle) ve istidatla talep etmesi. Tohumun ağaç olmayı istemesi gibi.
• ​Bu küllî bakış (nazar), kâinatın cevap verilen büyük bir dualar meşheri olduğunu isbat eder.

​5. “Hads-i kat’î ile vicdanen hissedilebilir ki insan öldükten sonra esaslı bir ciheti bâkîdir. O esas ise ruhtur.” (Sözler)
• ​Tahlil ve İzah: Bu iktibas, haşir (diriliş) hakikatini insanın derûnî hislerine (vicdanına) açı (bağlam) yaparak isbat eder. Maddî delillerin ötesinde, insan kesin (kat’î) bir hads (önsezi, kesin bir ilham) ile bilir ki, hayatının özel (başka) bir aslı ve esası vardır. Mevt (ölüm), her şeyi yok eden bir adem değil, bedenin faaliyeti durduktan sonra dahi bâkî (ebedî) kalan bir ruhu zahire çıkaran bir hadisedir. Ruh, insanın aslî cihetidir.

​6. “İNSAN Hüsn-ü zanna memurdur. İNSAN Herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin.”
• ​Tahlil ve İzah: Bu hikmet, Fazilet ahlâkının küllî esasıdır. İnsan, derûnî ene (ego) ve enaniyetin (benlikçiliğin) zıt (karşıtı) olan tevazu (alçak gönüllülük) ile amel etmelidir. Sû-i ahlâk (kötü ahlâk) ve sû-i zan (kötü düşünce), içte başlar. Başkalarını tenkit etmek yerine, kendi nefsindeki ayıpları görmelidir. Başkalarının faaliyetlerini takbih (kınama) etmemek, fazilettir; zira o harekâtın hikmetini (sebebini) bilmediğimizden yanılma ihtimalimiz yüksektir.

7. “DÜNYA BİR MEZRAADIR. MAHŞER İSE BİR BEYDERDİR, HARMANDIR. CENNET, CEHENNEM İSE BİRER MAHZENDİR.”
• ​Tahlil ve İzah: Hayat ve Ahiret hakikatini küllî bir teşbih (benzetme) ile tasvir eden, ibretli bir hikmettir.
• ​Dünya Mezraa (Ekin Tarlası): Burada, amel (iş) tohumları ekilir. Dâr-ı hizmet (hizmet yeri) faaliyeti görülür.
• ​Mahşer Beyder (Harman Yeri): Burada, ekilen amel tohumları ayrıştırılır, tartılır ve sınıflandırılır. Adalet faaliyeti görülür.
• ​Cennet/Cehennem Mahzen (Depo, Ambar): Burada, ayrıştırılan amel mahsulleri muhafaza edilir. Mükâfat ve mücazâtın aslî mukaddimesi (ön sözü) ve ebedî neticesi ihtiva edilir.

8. “Tefekkür, gafleti izale eder. Dikkat, teemmül; evham zulûmatını dağıtıyor.” (Mesnevi-i Nuriye)
• ​Tahlil ve İzah: Bu iktibas, aklın derûnî faaliyetini tasvir eder. İnsanı hayattan ve hakikatten uzaklaştıran gaflet, düşünmekle (tefekkür) izale (giderme) edilir. Evham (kuruntular) ve şüpheler, akıl ve kalbi kuşatan zulûmat (karanlıklar) gibidir. Teemmül (derinlemesine nazar ve bakış), yani dikkatli tefekkür faaliyeti, bu zulûmatın zıttı olan nidayı (ışığı) ortaya çıkarır ve dağıtır. Tefekkür, imanın kuvvetlenmesinin aslıdır.

9. “Selametü’l-İnsan fi hıfzı’l-lisan” (İnsanın selameti, dilini muhafaza etmesindedir.)
• ​Tahlil ve İzah: Edebî ve hikmetli bu Arapça mısra, ahlâkî hayatın en önemli esasını belirtir. İnsanın selameti (huzuru, güvencesi) dilini muhafaza etmesine (korumasına) bağlıdır. Dil, iyiliğe kapı açabileceği gibi, gıybet, iftira, sû-i zan ve sû-i ahlâk gibi zıt (karşıt) kötü faaliyetlere de açılabilir. Dilin korunması, kişinin nefsini ve başkalarını incitmekten uzak durmasının ilk şartıdır.

10. “Tevhid iki çeşit olur: Birisi âmiyane tevhiddir… İkincisi hakikî tevhiddir ki: ‘Allah birdir, mülk O’nundur, vücud O’nundur, her şey O’nundur.’ der…” (Mesnevi-i Nuriye)
• ​Tahlil ve İzah: Bu iktibas, imanın derûnî derecelerini tasvir eder.
• ​Âmiyane Tevhid: Zahiri bir inanç olup, “Allah’ın şeriki yok” der. Ancak bu tevhid, kâinat hadiselerini tabiata, sebeplere havale etme gafletine ve yanılmaya düşebilir.
• ​Hakikî Tevhid: Bu tevhidin esası, her şeyin üzerinde Cenâb-ı Hakk’ın sikkesini (mührünü) görmektir. Yani her faaliyetin doğrudan doğruya O’ndan geldiğini bilmektir. Bu bakış (nazar), kişiyi dalalet ve evhamın taarruzundan (saldırısından) kurtaran huzur-u daimî (sürekli huzur) faziletine ulaştırır.
​11. “İşte rahmet seni ey insan! O Müstağni-i Ale’l-ıtlak’ın ve Sultan-ı Sermedî’nin huzuruna çıkarır ve ona dost yapar ve ona muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir.”
• ​Tahlil ve İzah: Bu edebî tasvir, Rahmet hakikatini ve kulluk makamının faziletini izah eder. Rahmet, sadece bir ihsan (iyilik) değildir; aynı zamanda insanı tekâmül (olgunlaşma) ettiren bir faaliyettir. İnsan, Müstağni-i Ale’l-ıtlak (hiçbir şeye muhtaç olmayan) ve Sultan-ı Sermedî’nin (Ebedî Sultan’ın) huzuruna çıkar (namaz, ibadet, dua ile) ve O’na dost ve muhatap olma şerefini elde eder. Kulluk (abd vaziyeti), zillet (alçaklık) değil, şereftir ve Rahmet’in en büyük ikramıdır.
​12. “Cenâb-ı Hak, kemâl-i kereminden, onlara hayat-ı dünyeviyeye benzer, fakat kedersiz, zahmetsiz bir hayat-ı berzahta onlara ihsan eder. Onlar kendilerini ölmüş bilmiyorlar.”
• ​Tahlil ve İzah: Bu iktibas, şehidlerin hayat derecesini ve Berzah âleminin yapısını tasvir eder. Şehidlerin hayatı, Kur’ân’ın isbat ettiği hakikattir. Onların hayatı, dünya hayatına benzer ancak zahiri zahmetlerden (sıkıntılardan) ve kedere (üzüntüye) sebep olan korku ve hüzünden uzaktır. Bu, Cenâb-ı Hakk’ın Kemâl-i Keremi (Mükemmel Cömertliği) gereğince, Bâkî (ebedî) hayata intikal eden faziletli kullara bir ikramdır.
​13. “Mâdem dünyanız ağlıyor ve tatlı hayatınız acılaştı; çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün, tatlılaşsın.”
• ​Tahlil ve İzah: İbretli bu söz, dünya hayatının zevalini ve fânî yapısını açı (bağlantı) yaparak Ahiret hayatına yönelmeyi öğütler. Dünya hayatının neşesi (tatlılığı), zeval (yok olma) düşüncesiyle acılanır. Mantıkî olan, geçici olanın acısına sabredip, ebedî olan hayat-ı bâkiyenin tatlılığı ve gülüşü için faaliyet göstermektir. Bu, imanın bir fazileti ve tezahürüdür.
​14. “Şu kışın baharı ne kadar makul ve lâzım ve kat’î ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kat’iyettedir.”
• ​Tahlil ve İzah: Haşir (diriliş) hakikatini tabiatın yapısıyla isbat eden mantıkî bir kıyastır. Kış mevsiminde canlılığın ölümü ve baharda yeniden dirilişi, Allah’ın kudretinin zahiri bir faaliyetidir. Bu tabiat kanunu, kışın bahara dönüşünün aklen mümkün ve lâzım olduğu gibi, ölüm sonrası Berzahın hayat-ı bâkiye olan haşrin sabahına dönüşünün de o kat’iyette (kesinlikte) olduğunu isbat eder.
​15. “Mevt; tebdil-i mekândır, ıtlak-ı ruhtur, vazifeden terhistir. İdam ve adem ve fena değildir.” (Mektubat)
• ​Tahlil ve İzah: Ölüm (Mevt) hakikatini dehşetten teselliye çeviren küllî bir tasvirdir.
• ​Tebdil-i Mekân: Mekân (yer) değiştirme; dünya hayatından Berzah âlemine intikal (geçiş).
• ​Itlak-ı Ruh: Ruhun serbest bırakılması; beden kafesinden kurtulması.
• ​Vazifeden Terhis: Dünya hayatındaki imân ve ibadet vazifesinin bitmesi ve âhiret ücretini almaya hazırlanmak.
• ​Mevt, yokluk (adem), idam (yok etme) ve fenâ (tükenme) değildir. Aksine, hayatın zahiri perdesinin kalkması ve bâkî hakikatlere açılan bir kapıdır.
📜 İMAN VE HİKMETİN FAALİYET ALANI: ACİZİYETTEN İKRAMA
​Bu veciz sözler, iman ve İslâmiyet hakikatlerini hikmetli bir mantık silsilesiyle izah eden küllî bir muhteva ihtiva eder. Makalenin esası, insanın aczini ve fakrını (yokluğunu) tevazu ile tasdik etmesi ve bu acz karşısında Allah’ın rahmetine yönelmesidir.
​1. İnsanın Aczi ve Rabbânî Teshir
​İnsan, akl-ı maâşı (dünya geçimi) ile istikbali (geleceği) düşünüp evham ve korku içinde titreyen zayıf bir varlıktır. O, kendi enesine (benliğine) güvenmemelidir. Çünkü gözsüz akrep gibi haşerata bile mağlup olma ihtimali vardır. Bu acz ve fakr (yokluk), aslında zıt gibi görünse de bir fazilet kapısıdır. İnsan, kendi kuvvetiyle değil, teshir-i Rabbânî (Rabbânî boyun eğdirme) sayesinde ipek ve bal gibi ikramlara sahip olur. Bu bakış (nazar), hakikî tevhide giden yoldur.

2. Tevhid ve Ahlâkın İç Yapısı (Derûnî Faaliyet)
​Hakikî tevhid ,sadece Allah’ın birliğini lisanen (sözle) ikrar etmek değil, her faaliyette ve her eşyada O’nun mührünü görmektir. Bu derûnî tevhid, kişiyi gafletten ve evham zulûmatından kurtarır. Bu iman nuru, ahlâkî hayata intikal eder. Oruç faaliyetiyle açlık ve fakirlik derûnî olarak idrâk edilir ve şefkât duygusu uyanır. Kişi, enaniyetten uzak durarak hüsn-ü zanna (iyi düşünceye) memur olur ve başkaların hikmetini bilmediği harekâtını takbih etmez.

​3. Ahiret İnancının Teselli ve İkramı
​Dünya hayatı, zeval (yok olma) düşüncesiyle acılanan ve imtihan (sınav) vazifesi gören dâr-ı hizmettir (hizmet yeridir) Hakikî lezzet ve ücret yeri değildir. Bu mantıkî sonuç, haşir (diriliş) hakikatine dayanır. Kışın bahara dönüşünün kat’iyeti (kesinliği) , ölümün bir yokluk (adem) değil, ruhun ıtlakı (serbest kalması) ve mekân değiştirme (tebdil-i mekân) olduğunu isbat eder. İman nimeti sayesinde ihtiyarlık ve vefat dahi hoştur . Bâkî (ebedî) hayat için faaliyet göstermek, dünya hayatının acısını tatlılığa çevirir . Mü’min, sevgili bir abd vaziyetiyle , Rabb-i Rahîm’in huzuruna çıkar.

4. Sonuç ve Vazife
​Bu iman esası, Kur’an namına ve İslâmiyet namına tahribatçı küllî cereyanlara karşı müdafaa (savunma) vazifesinin aslıdır. İnsanın selameti (kurtuluşu), sadece derûnî imanını korumasıyla değil, dilini muhafaza etmesi gibi zahiri ahlâkî faaliyetlerle de mümkündür.

📖 Konuyla Alakalı Âyet-i Kerîmeler
• ​Acz ve İkram (Teshir-i Rabbânî): ​”De ki: ‘Hamd, o Allah’a mahsustur ki, yeryüzünde size ait olup görmediğiniz orduları, mahlukları yarattı. O, her şeye gücü yetendir.'” (Mülk Sûresi, 67:19) (İnsana tabi kılınan hayvanat ve haşerata işaret eden Rabbânî teshirin esasına müradiftir.) “Bal arısının karnından, insanlar için şifa olan değişik renklerde bir içecek (bal) çıkar. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibret vardır.” (Nahl Sûresi, 16:69) (İkram-ı Rahmânî’nin zahirî isbatıdır.)

• ​Oruç ve İctimaî Şefkât (Fakirlik İdrakı): ​”Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvâ sahibi olursunuz.” (Bakara Sûresi, 2:183) “Allah, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. Şüphesiz onları öldürmek büyük bir günahtır.” (İsrâ Sûresi, 17:31) (Fakirlik korkusunun zıttı olan tevekkülün ve şefkâtin esasıdır.)

• ​Mevt, Ruh ve Haşir (Tebdil-i Mekân): ​”De ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindedir. Size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.'” (İsrâ Sûresi, 17:85) (Ruhun esaslı ve bâkî oluşunun isbatına işaret eder.) “Ve Allah’ın yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz idrâk edemezsiniz.” (Bakara Sûresi, 2:154) (Şehidlerin hayat-ı berzahiyesi ve ölümün bir yokluk olmadığına dair en kuvvetli isbattır.) “Şüphesiz Rabbin, haşir ve berzahın baharı gibi, onları topladığı zaman… o gün, sadece bir ‘saat’ kadar kalmışlardır. Onlar, birbirlerini tanırlar…” (Yûnus Sûresi, 10:45) (Haşrin kat’iyetine müradif bir bakış verir.)

“Şüphesiz Rabbin, haşir ve berzahın baharı gibi, onları topladığı zaman… o gün, sadece bir ‘saat’ kadar kalmışlardır. Onlar, birbirlerini tanırlar…” (Yûnus Sûresi, 10:45) (Haşrin kat’iyetine müradif bir bakış verir.)

• ​Hüsn-ü Zan ve Lisan Muhafazası (Fazilet): ​”Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin…” (Hucurât Sûresi, 49:12) (Sû-i zan ve gıybetin zıttı olan hüsn-ü zannın emrine ve dilin muhafazasına müradiftir.)

• ​Dünya ve Ahiret (Mezraa ve Mahzen): ​”Bu dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Âhiret yurdu ise, işte asıl hayat odur. Keşke bilselerdi.” (Ankebût Sûresi, 29:64) (Dünyanın fânî, ahiretin bâkî oluşuna dair aslî hükmü ihtiva eder.)

📜 ÖZET
​Bu hikmetli vecizeler, hayatın küllî faaliyetini iman açısıyla tasvir eder. İnsan, zahirî aczine rağmen ikram-ı Rahmânî ile teshir edilmiş bir kâinatta huzur-u daimîyi (sürekli huzuru) arar. Bu huzurun aslı, gafleti izale eden tefekkür ve hakikî tevhid nûruyla kalbini aydınlatmaktır. İman ve ahlâk, oruç ile şefkâti ve hüsn-ü zannı faaliyete geçirir; dilin muhafazasıyla selametini korur. Dünya, bir imtihan dâr-ı hizmeti (hizmet yeri) ve bir mezraadır (tarla); mevt ise ruhun ıtlakı (serbest kalması) ve berzahın baharıdır. Akıl, mantıken fânî hayatın acılığını görüp, Müstağni-i Ale’l-ıtlak’ın lütfuyla hayat-ı bâkiyenin tatlılığı için faaliyet göstermeyi emreder.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
18/11/2025

 

 

Loading

No ResponsesKasım 19th, 2025